Popüler Yayınlar

13.06.2025

İsrail'in çok yönlü İran Operasyonu (Yükselen Aslan Operasyonu) 13 Haziran 2025

 

İsrail’in İran’a Yönelik “Yükselen Aslan Operasyonu” ve İlk Bulgular


İsrail, İran’ın nükleer programına ve rejimin üst düzey isimlerine yönelik hava saldırılarını 12 Haziran gece saatlerinde başlattı. Bu operasyonlarda bazı önemli İranlı liderler öldürüldü. İran, bir gün önce yani 11 Haziran’da İsrail’e karşı “acil bir karşı saldırı” planlarını tamamladığı iddialarına rağmen henüz bir yanıt vermedi.

İran’ın neden karşılık vermediği şu anda belirsiz. Belki de nükleer tesislerine veya diğer hassas hedeflerine yönelik bir saldırıdan sonra “stratejik sabır” göstermeyi tercih ediyor. Diğer yandan, İsrail’in İran’ın balistik füze fırlatma alanlarını ve silah stoklarını vurmuş olması, İran’ın karşılık verme kapasitesini ya da planlarını sekteye uğratmış olabilir.

Bugünkü yazımda ise İsrail'in İran'a yaptığı Yükselen Aslan Operasyonu'nu çok yönlü olarak elimizdeki ilk bulgularla yorumlayacağım.

Yükselen Aslan Operasyonu Nedir?

13 Haziran 2025 yani bugün sabah saatlerinde İsrail Başbakanı Ağlama Duvarı'nı ziyaret etti. Ardından X.com’da şu not paylaşıldı:

“Bir halk dişi aslan gibi ayağa kalkar, ve bir aslan gibi kendini yüceltir.”

Bu sözün anlamı, Eski Ahit’te şöyle geçer:

“İşte, halk büyük bir aslan gibi ayaklanacak, genç bir aslan gibi yükselecek; avı yiyinceye, öldürülenlerin kanını içinceye dek yatmayacak.”

Operasyonun öncesinde ise, Trump kendi sosyal medya platformundan diplomasi ve müzakere odaklı bazı açıklamalar yaptı. Bunlar, Trump’ın halen diplomasi kapısını açık tutmaya çalıştığını, ancak gerektiğinde sert müdahalelerden kaçınmayacağını gösteriyor.

Örnek olarak şu mesajı vermişti:

“We remain committed to a Diplomatic Resolution to the Iran Nuclear Issue! My entire Administration has been directed to negotiate with Iran. They could be a Great Country, but they first must completely give up hopes of obtaining a Nuclear Weapon.”

Tabii ki egemen olduğunu iddia eden her ülke, sonunda kendi çıkarlarını gözetir. İran için dış baskılara boyun eğmek hem halk nezdinde hem de rejim felsefesinde zordur. En azından çizilen imaj gereği tavizsiz davranacakları belliydi. Zaten Trump' da Truth Social'da;

''Iran must make a deal, before there is nothing left, and save what was once known as the Iranian Empire.''

açıklamasını yaptı.

Burada, eski dışişleri bakanımız İhsan Sabri Çağlayangil’in şu sözü aklıma geliyor:

“Ortadoğu’da bir yemeğe davetliyseniz ve davetli listesinde adınız yoksa, bir de menüye bakın; muhtemelen menü sizsinizdir.”  

 

Bu söz, bugün yaşananların çok iyi bir betimlemesi...

 

Operasyonun Teknik ve Stratejik Boyutları

İsrail, 12 Haziran’da İran’ın nükleer programına ve rejim liderliğine karşı başlattığı hava harekâtının ilk dalgasını gerçekleştirdi. Başbakan Netanyahu, bu operasyonun İran tehdidini tamamen ortadan kaldırana kadar devam edeceğini açıkladı. Hedefler arasında nükleer zenginleştirme tesisleri, nükleer silahlanma kapasitesi, balistik füze altyapısı ve bu programları yürüten bilim insanları yer aldı.

İlk saldırılar şu bölgelerde bildirildi:

  1. İsfahan Eyaleti'ndeki Natanz Zenginleştirme Kompleksi
  2. Tahran’daki Nobonyad Caddesi
  3. Lavizan bölgesi
  4. Jahan Koudak Kulesi
  5. Farahzad Mahallesi
  6. Amir Abad Mahallesi
  7. Andarzgou Mahallesi
  8. Langari Caddesi
  9. Patrice Lumumba Caddesi
  10. Asatid-e Sarv Kompleksi

Bu hedeflerin vurulması, İsrail’in sadece sembolik değil, fonksiyonel ve stratejik önemi yüksek noktaları hedef aldığını gösteriyor. Özellikle Natanz gibi tesisler, İran’ın nükleer kapasitesinin kilit unsurlarından biri. Tahran içindeki hedefler ise, üst düzey yetkililerin yaşadığı veya güvenlik alanları olan bölgeler.

Operasyonun çok katmanlı ve eş zamanlı gerçekleşmesi, İsrail’in istihbarat ve hazırlık gücünü ortaya koyuyor. Bu saldırılar sadece bir günlük bir baskın değil, uzun vadeli bir kampanyanın başlangıcı gibi görünüyor.

İran henüz doğrudan bir karşılık vermedi ancak iç güvenlik önlemlerini artırdı. İran’ın neden sessiz kaldığı ise büyük bir soru işareti.

İsrail’in İran İçinde Gizli Kamikaze Üssü

Son gelişmeler, İsrail’in klasik hava saldırıları dışında da aktif olduğunu gösteriyor. İran topraklarında gizli kamikaze (intihar) İHA üsleri kurulduğu bilgisini okuduk. Bu üslerin uzun süredir İsrail’in yerel iş birlikçileri ve ajanları aracılığıyla hazırlandığı da ortaya çıktı.

Kamikaze İHA’lar, küçük, kolay gizlenebilen ve önceden programlanmış hedeflere saldıran dronlardır. Uydu veya yerel sinyallerle kontrol ediliyor ve çok kısa sürede hedefi imha edebiliyorlar. Bu üslerin çoğu, sivil veya endüstriyel alanların altında gizlenmiş olabilir.

Bu durum, saldırıların İran dışından değil, içeriden de yönlendirilmiş olabileceğini ortaya koyuyor. İsrail’in bu hibrit stratejisi, klasik konvansiyonel savaşı aşarak İran’ın savunma reflekslerini zorlamayı amaçlıyor. Bu da İran’ın hemen cevap verememesinin nedenlerinden biri.

İçeriden Sızmalar ve Kripto Ajanlar

Üst Düzey İranlı Komutanın Füze İle Vurulduğu Nokta

İsrail’in operasyonları yalnızca dış saldırılarla sınırlı değil. İran’ın içinde, bilinçli ya da bilinçsiz şekilde İsrail istihbaratına hizmet eden kişilerin varlığı artık bariz bir gerçek. Nokta atışı suikastlar, sabotajlar ve stratejik saldırılar, ancak içeriden gelen derin bilgilerle mümkün olabiliyor. 

İran’da üst düzey bazı isimlerin aslında kripto Mossad ajanları olduğu düşünülüyor. Bu kişiler, İran yönetimi içinde konumlarını korurken, dış istihbarat servislerine bilgi sağlıyor olabilirler.

Böyle bir durum, sadece İran güvenlik güçlerinin değil, tüm bölgesel dengelerin yeniden sorgulanmasını gerektiriyor. Çünkü savaş artık sadece dışardan değil, içeriden de veriliyor.

İçeriden Çöküş ve Sosyoekonomik Bağlam

İçeriden yaşanan bu güvenlik zafiyeti, İran’ın ekonomik ve sosyal krizi ile paralel ilerliyor. Yıllardır süren ekonomik daralma, enflasyon, işsizlik ve refah azalması toplumda aidiyet duygusunu zayıflatıyor. İnsanlar artık “ülkeme ne katkı sağlarım” değil, “bu ortamda nasıl ayakta kalırım” diye düşünüyor.

Bu zayıflık, casusluk faaliyetlerine katılanların artmasına neden oluyor. Sadece ideolojik değil, kariyer hırsı, maddi çıkar ya da kişisel tatmin amaçlı casusluk yapanlar var. Dahası, neye hizmet ettiklerini bilmeden dış bağlantılı organizasyonlara bilgi taşıyan “zombi casuslar” da bu yapıya dahil.

Zombi casuslar, kendilerini aktivist, akademisyen ya da gazeteci sanırken, farkında olmadan ülkesinin zayıf noktalarını düşmanlara taşırlar. Bu da İran’daki istihbarat zaafının neden bu kadar derin ve karmaşık olduğunu gösteriyor.

Sonuçta, içeriden çöken bir yapı, dışarıdan gelen saldırılardan çok daha hızlı yıkılır.

Bilinçsiz Casusluk, Bilinçli Operasyon

Zombi casusların sağladığı veriler ve içeriden sızdırılan istihbaratlar, zamanla çok daha büyük ve profesyonel askeri operasyonlara altyapı sağlıyor. Bu kişiler neye hizmet ettiklerini bilmeden bilgi aktarırken, bu bilgiler dışarıda bilinçli stratejik operasyonlara dönüşüyor.

Örneğin, son saldırılardan birinde, İran Devrim Muhafızları'na bağlı çok üst düzey bir komutan, yatak odasında uyurken yüksek hassasiyetli bir füze ile vurularak öldürüldü. Yukarıdaki görselde bunu görebilirsiniz. Bunun anlamı çok açık: İsrail, sadece komutanın yerini değil, hangi saatlerde nerede uyuduğunu, hane içi mimari düzeni ve hatta duvar kalınlığına kadar detayları biliyordu. Bu seviye bir operasyon, yalnızca teknik gözlemle değil, bire bir içeriden bilgi ile mümkün olabilir.

İsrail'in İran'daki hedefleri bu kadar net bulabilmesi; insan istihbaratı (HUMINT), sinyal istihbaratı (SIGINT), uydu görüntüleme (IMINT) ve siber operasyonlar gibi birçok istihbarat disiplini arasında kurduğu uyumun sonucudur. Mossad gibi teşkilatlar; sahada bire bir çalışan ajanlarla bilgi toplarken, siber ortamda iletişimleri izliyor, uydularla hedefin konumunu teyit ediyor ve sahaya bu verilerle yön veriyor. Tüm bunlar birleşince de ortaya tek kurşunla bir rejimin damarlarını kesebilecek kadar nokta atışı operasyonlar çıkıyor.

“Beyin Ölümü” ve Devletin Felç Durumu

Bu kadar büyük bir tehdit ve kayıplara rağmen İran rejiminin, istihbarat ve güvenlik kurumlarının adeta felç olmuş gibi davranması, bizi çok daha temel bir soruya götürüyor: İran'da sistematik bir beyin ölümü yaşanıyor olabilir mi?

Bu yalnızca fiziksel liderlerin yokluğu değil. Aynı zamanda:

  • Karar veremeyen kurumlar,
  • Kriz anında senaryo üretemeyen istihbarat yapıları,
  • İç güvenliğe dair refleks gösteremeyen rejim aygıtları,

İçeriden çöken bir yapı, dışarıdan gelen en profesyonel saldırıya karşı hiçbir direnç gösteremez. Devletin zihni, yönü ve stratejik iradesi devre dışıysa, o devlete yapılacak her müdahale sonuç verir. Ve bu, savaşın kazanıldığı değil, aslında hiç başlamadığı anlamına gelir.

İran’ın Atabileceği Olası Adımlar ve Asimetrik Cevap Kapasitesi

Olayların başlamasının üzerinden henüz 24 saat bile geçmemişken, bölge adeta bir barut fıçısına dönmüş durumda. İsrail’in saldırıları hem zamanlama hem de isabet oranı açısından olağanüstü bir hızla gerçekleşti. Buna karşılık, İran’ın verdiği tepkiler —en iyi ihtimalle— narkoz altındaki bir refleks gibi yavaş, dağınık ve etkisiz kaldı. Şu ana kadar rejim cephesinden gelen cevaplar yalnızca video klipler, sembolik konuşmalar ve duvarlara asılan intikam afişleriyle sınırlı.

Ancak bu tabloya bakarak İran’ın tamamen etkisiz kaldığını düşünmek de yanlış olur. İran, yıllardır uyguladığı asimetrik savaş stratejileriyle doğrudan değil, dolaylı ve çoğu zaman vekil güçler üzerinden tepki verme kapasitesine sahip. Peki İran bu şartlar altında gerçekten ne yapabilir?

1. Enerji Kartını Masaya Sürmek

İran’ın en güçlü ama en riskli kartı küresel enerji akışını kesintiye uğratma potansiyelidir. Özellikle:

    1. Hürmüz Boğazı’nın kapatılması: Dünya petrolünün yaklaşık %20’si bu dar geçitten taşınıyor. İran bu boğazı askeri olarak abluka altına alırsa, petrol fiyatlarında çift haneli artışlar değil, doğrudan bir sıfır daha eklenmesi gibi etkiler yaratabilir. (Savaşa ABD dahil olabilir)
    2. Suudi Arabistan ve BAE’deki petrol rafinerilerinin hedef alınması: İran doğrudan saldırmasa bile, Hizbullah, Irak’taki Şii milisler veya Yemen’deki Husi güçleri üzerinden bu saldırıları gerçekleştirebilir.

Bu adımlar, İran’a "enerji jeopolitiği" üzerinden yeniden alan açar. Ancak aynı zamanda ABD başta olmak üzere NATO’nun doğrudan müdahalesine de kapı aralayabilir. Yani bu bir “kırmızı çizgi”dir; İran bu kartı kullanırsa, sonuçlarını da göze almalıdır ayrıca oynayabileceği başka kartı da kalmayacaktır. 

2. Balistik Füze ve SİHA Kapasitesi ile Geniş Çaplı Karşılık

İran’ın elindeki en etkili askeri enstrümanlardan biri orta menzilli balistik füzeler ve kamikaze SİHA'lardır. Bu araçlarla:

    1. İsrail topraklarının çeşitli noktaları,
    2. Körfez'deki Amerikan üsleri (örneğin Katar’daki Al-Udeid Üssü veya Bahreyn'deki 5. Filo),
    3. Bölgedeki NATO unsurları hedef alınabilir.

Ancak İran'ın füze programının büyük bölümü önleyici sistemlere karşı zayıf ve çok sayıda füze fırlatılması bile Demir Kubbe, David’s Sling ve Patriot sistemleriyle etkisiz hale getirilebilir. Daha da önemlisi, böylesine doğrudan bir saldırı İran için "her şeyin sonu olabilir".

3. Vekil Güçler Üzerinden Misilleme

İran'ın klasik cevabı genellikle dolaylıdır. Bu kapsamda:

    1. Hizbullah (Lübnan üzerinden),
    2. Irak’taki Haşdi Şabi milisleri,
    3. Yemen’deki Husi hareketi,
    4. Suriye’deki İran yanlısı paramiliter gruplar,

gibi unsurlar aracılığıyla İsrail'e, ABD üslerine ya da Körfez ülkelerine saldırılar düzenlenebilir. Bu yöntem İran’ın doğrudan savaşa girmeden baskıyı artırmasını sağlar. Ancak bu taktik artık aşırı öngörülebilir hale geldiği için etkisi sınırlı kalabilir.

4. Siber Operasyonlar ve Ekonomik Saldırılar

İran, geçmişte ABD bankacılık sistemi ve İsrail altyapılarına yönelik siber saldırılar düzenledi. Halen de bu alanda önemli bir kapasiteye sahip. Ancak bu tür saldırılar, sahadaki kayıpların ve rejim otoritesindeki sarsılmanın kamuoyunda yarattığı tepkiyi dengelemeye yetmiyor.

İran Rejiminin Yapısal Hantallığı

İsrail’in saldırısından bu yana geçen saatler içinde İran hâlâ vurulan kritik merkezlerin yöneticilerine veya komutanlarına yeni atamalar yapmadı. Bu durum, yalnızca operasyonel değil, kurumsal hantallığın da zirve yaptığını gösteriyor. Bu tür atamaların ertelenmesi, hem karar alma süreçlerinin tıkandığını hem de rejim içi hiziplerin birbirini sabote ettiğini düşündürüyor.

İran rejimi içindeki bu koordinasyonsuzluk, saldırıya uğrayan bir devletin ilk 48 saatteki refleksini yok eden en önemli unsurlardan biri. Öyle ki, bazı yetkili pozisyonlara yeni atamaların yapılmamasının nedeni olarak, içeride “kim daha sadık, kim dışarıya çalışmıyor” tartışmalarının yaşandığı iddia ediliyor.

Yani sadece saldırıya maruz kalmamış bir ülke değil, aynı zamanda kendi içinde kime güveneceğini bilmeyen bir rejim ile karşı karşıyayız.

İran’da Olası Senaryolar: Rejim Çözülmesi, Toplumsal Ayaklanma ve Derin Devlet Sızması

İran’ın karşılık verememesi yalnızca askeri refleks kaybı değil, devlet aklının ciddi bir zafiyete uğradığını gösteriyor. Bu tür yapısal tepkisizlikler, bir rejimin sadece dışarıdan değil, içeriden de çözülmeye başladığının en net işaretidir.

Yakın dönemde İran’da rejimin kendi halkı tarafından sorgulanmaya başlanması olasılığı, sadece bir senaryo değil; giderek yaklaşan yüksek olasılıklı bir gerçeklik haline geliyor. Rejim içindeki otorite boşluğu, ekonomik kriz, sosyal adaletsizlik ve güvenlik zaafları birleştiğinde, bu birikim kaçınılmaz olarak kitlesel hoşnutsuzluklara dönüşebilir.

Rejim Karşıtı Toplumsal Kışkırtmalar

İsrail’in doğrudan askeri hedeflerin yanında, dolaylı olarak psikolojik harp ve algı mühendisliği faaliyetleriyle İran rejimini içeriden çökertmeyi hedeflediği de artık aşikâr. Özellikle:

  1. Rejimin artık işlevini kaybettiği yönünde sistematik propaganda çalışmaları,
  2. Toplum öncüleri (akademisyenler, sanatçılar, muhalif din adamları vs.) üzerinden “alternatif rejim anlatıları”nın yaygınlaştırılması,
  3. Sosyal medya ve diaspora aracılığıyla içerideki halkı galeyana getirme çalışmaları,

önümüzdeki aylarda İran içinde kontrollü veya kontrolsüz sokak hareketlerine zemin hazırlayabilir.

Ancak bu tür bir ayaklanma süreci anlık değil, çok katmanlı ve zamana yayılan bir süreç olacaktır. Önce ülkenin altyapısı aşamalı olarak tahrip edilir, ardından dış dünyadan tamamen izole edilerek ekonomik, lojistik ve teknolojik kanallar kesilir. Böylece içeride rejime karşı büyük bir hoşnutsuzluk doğar ve halkın gözünde meşruiyet kaybı yaşanır. Ayrıca dikkat edilmesi gereken bir diğer husus da İran'ın zayıflaması ile birlikte bölgede boşta kalan askeri grupların tekrar gündeme gelip İran'da faaliyet göstermesi, bununla beraber Suriye'de yaşanan olayların tekerrür etmesi de ihtimaller dahilinde. 

Sosyal medyada bazı kişiler İran'da halk ayaklanmasını destekler nitelikte provakatif paylaşımlarda bulunuyor. Bunun da ciddi sonuçları mevcut. İlk aşamada İran'a komşu ülkelerin İran'dan yüksek hızlı bir göç dalgası alması da gündeme gelecektir. 

İran Cephe Açabilecek Durumda mı?

Mevcut koşullar İran’ın İsrail’e karşı açık cephe açabilecek askeri ve diplomatik kapasitesini büyük oranda yitirdiğini gösteriyor. Her ne kadar balistik füzeleri, vekil güçleri veya siber kapasitesi olsa da bu unsurların eşgüdümle harekete geçirilmesi, bir devlet sinir sistemi gerektirir. Ancak İran’da bu sinir sisteminin parçalandığı görülüyor.

Bu noktada dikkat çeken bir diğer unsur da uluslararası baskı diplomasisinin yeniden devreye alınmasıdır. Trump’ın dakikalar önce attığı şu mesaj oldukça manidardır:

The White House @WhiteHouse
FROM PRESIDENT DONALD J. TRUMP:
“I gave Iran chance after chance to make a deal…”

Bu, klasik bir zorlayıcı diplomasi taktiğidir. İran, askeri ve siyasi olarak izole edildikten sonra, içerideki rejim çözülmesi teşvik edilirken, bir yandan da dışarıdan “masaya otur ve teslim ol” mesajı verilir. Yani İran hem içeriden yıkılmaya, hem de dışarıdan yönlendirilmeye çalışılıyor.

MOSSAD’ın İran İçindeki Derin Operasyonel Alanı

Belki de en dramatik gelişmelerden biri, İran hava üslerinin çevresinde MOSSAD ajanlarının aktif olarak konuşlanmış olmasıdır.

Bu ajanlar:

  1. İran İçerisine Sızmış Ajanlar
    FPV dronlar
    ve ATGM (Tanksavar) ekipmanları ile üs çevrelerinde konuşlanıyor,
  2. Hava savunma sistemlerinin açılması ya da çalıştırılması durumunda, hızlı şekilde müdahale ediyor,
  3. Üslerin işlevselliğini felç ederken, aynı zamanda İran güvenlik sistemine korku ve panik zerk ediyor.

Bu operasyonların en dikkat çeken yönü ise, İranlı güvenlik görevlilerinin çoğunun müdahale etmiyor olması. Bunun ardında ise iki temel sebep var:

  1. Satın alınmış ya da tehdit edilmiş iç güvenlik mensupları – yani rejim içindeki “sessiz Mossad ajanları”,
  2. Yönetimden emir gelmedikçe kıpırdamayan hantal emir-komuta zinciri.

Bu tablo, artık sadece dışarıdan gelen füze ya da dron saldırılarını değil, devletin beyin ölümünü gözler önüne seriyor.

Nokta Atışı Füzeli Sabotaj

Genel Yorum: Artık Yeni Bir Dönemin Eşiğindeyiz

İran ile İsrail arasında yaşanan bu son çatışma dalgası, klasik devletler arası savaş anlayışının çok ötesine geçmiş durumda. Bu artık tankla, uçakla yapılan bir savaştan ziyade; veriyle, içeriden çürütmeyle, zihin kontrolüyle ve yüksek teknolojiyle yürütülen bir yeni nesil yıkım modeli.

İran, bu gelişmelere karşı yalnızca gecikmeli açıklamalar, sansürlenmiş haber akışları ve birkaç bayraklı sokak yürüyüşüyle cevap verirken, karşısında her dakikayı stratejik planlayan, anlık pozisyon alabilen, içeriden ve dışarıdan eş zamanlı hamleler yapabilen bir yapıyla karşı karşıya. Mossad’ın yalnızca bilgi toplamayan, aynı zamanda operasyonel askeri güç kullanan bir teşkilata dönüşmesi; İran’ın karşılık verme gücünü, daha harekete geçmeden nötralize ediyor.

İç güvenliğin parçalanmış olması, halkın rejime olan inancının sarsılması, ekonomik darboğaz, beyin göçü, sosyal çürüme ve içerideki ajanlık faaliyetleri; İran’ı yalnızca dış saldırılarla değil, kendi içinden gelen sessiz bir yıkımla da karşı karşıya bırakıyor. Ve bu yıkımın en tehlikeli tarafı; fark edilmeden ilerliyor oluşu.

Tüm bu gelişmeler, sadece İran’la sınırlı değil; bu, küresel denklemde yer alan her ülkenin bir gün karşılaşabileceği türden hibrit tehditlerin habercisi. Devletler artık sadece sınırlarını değil, belleğini, iç dinamiklerini ve halkın psikolojik direncini de korumak zorunda.

İsrail’in bu kadar sistematik, kararlı ve çok yönlü bir stratejiyi bu kadar kısa sürede devreye sokabilmesi; sadece istihbarat başarısı değil, aynı zamanda gelecekteki savaşların şifrelerini de göz önüne seriyor.

İran'ın masaya oturmaması veya diplomasiye artık cevap vermemesi bölgede yeni krizlere de yol açacağı bir gerçek. Türkiye'nin İran'dan göç alması, İran'ın vites arttırıp en yakın NATO üslerini vurması gibi birçok denklemi içerisinde barındıran bir zincirleme reaksiyon da gelişebilir. Dış katmanlardan gelişen sürece bir sonuç biçecek olursak da olası bir İsrail - İran savaşında, İsrail'in galibiyet alması da İsrail'de büyük bir motivasyona sebep olacak akabinde de bu motivasyonla bölgedeki barış ortamını da yok edebilir. 

Artık İran için zaman daralıyor. İsrail’in attığı adımlar sadece bir hava saldırısı değil; topyekûn rejim yapısını hedef alan, eşgüdümlü ve milimetrik planlanmış bir operasyon dizisi. Eğer İran çok kısa süre içinde kapsamlı bir misillemede bulunamazsa, İsrail’in önümüzdeki günlerde büyük bir stratejik avantaj kazanarak rejimi tamamen devirebileceği ve bu süreci bir haftadan kısa sürede sonuçlandırabileceği ihtimali ciddi biçimde konuşulabilir hâle gelir.

Bölgedeki aktörlerin İran’ı doğrudan işgal etmek gibi bir niyetleri olduğu söylenemez. Asıl amaç daha yönetilebilir, dış politikada daha öngörülebilir ve kontrol altında tutulabilecek bir İran rejiminin oluşturulması. Yani mesele sadece İran’ın nükleer kapasitesi değil; aynı zamanda bölgedeki davranış kalıbının yeniden şekillendirilmesi.

Ancak şu da açık: İran, böylesi bir karşılık verme sürecine hazır değil. Çünkü tüm komuta kademesi neredeyse etkisiz hâle getirilmiş durumda. Ordunun refleks verecek merkezi sinir sistemi hasar almış, hava üsleri işlevsizleşmiş, istihbarat akışı ise parçalanmış bir tablo çiziyor.

Bu şartlar altında rejimin hayatta kalabilmesi, klasik askeri reflekslerle değil; içeride toplumsal kontrolü koruma, dışarıda ise vekil unsurlar ve diplomatik kanallarla zamana oynama becerisine bağlı.

Ancak bu zamana oynama ihtimali her geçen saat zayıflıyor. İran ya çok sert ve sürpriz bir yanıt verecek ya da tarihin en hızlı rejim dağılmalarından birine sahne olacak.

_________________

(1) X'te צבא ההגנה לישראל: "צה"ל ממשיך לתקוף מטרות בשטח איראן https://t.co/fs8s2qgpIZ" / X

İran hava savunma sistemlerinin çöktüğünü bu kaynaktan görebiliyoruz. İsrail Ordusu hiçbir karşı direnç almadan İran'ın mobil füze rampalarına saldırıyor. 

Kaynakları incelemenizi öneririm. 

https://t.co/X3Xtcc5JJ9

Prime Minister of Israel: "Prime Minister Benjamin Netanyahu placed a note in the Western Wall yesterday with the verse: 'A people that rises up as a lioness, and as a lion lifts himself up'. Photos: Ziv Koren https://t.co/iRUIKEVKBg" / X


Trump'ın müzakere çağrıları:

https://truthsocial.com/@realDonaldTrump/114675841423085927

https://truthsocial.com/@realDonaldTrump/114675456780398208

https://truthsocial.com/@realDonaldTrump/114672438335170335








31.05.2025

Türkiye Kripto Piyasasında Yeni Bir Dönüm Noktası: Sermaye Kontrolü İçin Dijital Bankacılık Modeli

Kripto paralar yalnızca teknolojik bir yenilik değil; aynı zamanda küresel ekonomik yönetişimde dengeleri değiştiren bir olgu. Türkiye'de bu dönüşümün nasıl ele alınacağına dair tartışmalar da giderek yoğunlaşıyor. Özellikle kripto varlık hizmet sağlayıcılarının (KVHS) mevcut hukuki konumu, hem sermaye kontrolü hem de para politikasının etkinliği açısından ciddi yapısal sorunlara işaret ediyor. Bu yazı, söz konusu sorunları derinlemesine ele alırken, çözüm olarak KVHS’lerin dijital banka statüsüne alınmasını öneren bir modeli tartışmaya açıyor.

Sermaye Kontrolü: Geleneksel Araçlarla Yeni Finansal Gerçeklik Arasında

Küresel ölçekte sermaye hareketleri giderek daha akışkan hale gelirken, merkeziyetsiz finansal sistemler (DeFi) devletlerin kontrol kabiliyetini zayıflatıyor. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde ise bu durum, döviz rezervleri yönetimi, kara para aklama ile mücadele ve ani sermaye çıkışlarının önlenmesi gibi kritik başlıklarda ciddi bir zorluk yaratıyor. Geleneksel sermaye kontrol araçları, stablecoin’ler ve küçük tutarlı Bitcoin transferleri gibi yeni para hareketlerini izlemekte yetersiz kalıyor.

Yanlış Sınıflandırmanın Yükü: KVHS’ler Aracı Kurum Değildir

Mevcut düzenlemelerde KVHS’ler, sermaye piyasası mevzuatı çerçevesinde “aracı kurum” statüsünde değerlendiriliyor. Ancak bu tanım, fiiliyatta KVHS’lerin sunduğu hizmetlerin kapsamını karşılamaktan uzak. Söz konusu hizmet sağlayıcılar; fon saklama, kripto para transferi, staking yoluyla getiri sağlama, stablecoin temelli döviz işlemleri ve ödeme altyapılarıyla entegre çalışma gibi çok yönlü faaliyetler yürütüyor.

Bu yapısal gerçeklik göz önüne alındığında, KVHS’lerin klasik borsa mantığıyla değil, bankacılık çerçevesinde ele alınması gerekiyor. Aksi takdirde, devletin bu kurumları teknik olarak izlemesi mümkün olsa da, onları etkili bir şekilde regüle etmesi mümkün olmayacak.

Dijital Banka Modeli: KVHS’ler İçin Yeni Bir Statü

KVHS’lerin banka statüsüne alınması, Türkiye'nin ekonomik egemenliğini pekiştirmesi açısından stratejik bir hamle olacaktır. Bu adımın sağlayacağı başlıca faydalar:

  • Zorunlu karşılık sistemi ile kripto varlıkların bir bölümü doğrudan TCMB kontrolüne girecek.

  • Sermaye hareketleri kayıt altına alınacak, ani para çıkışları denetim altına alınabilecek.

  • Likidite yönetimi güçlenecek, klasik bankacılık sisteminden kaçan yerli sermaye yeniden ekonomiye çekilebilecek.

  • KVHS’lere sınırlı mevduat ve kredi yetkisi tanınarak finansal aracılık kapasitesi artırılacak.

Tüm bu gelişmeler, yalnızca makroekonomik istikrar için değil, aynı zamanda Türkiye'nin dijital finans alanında bölgesel liderliğe oynaması için de kritik önemde.

Kripto Paranın Bankacılık Sistemiyle Entegrasyonu: Bir Gereklilik

Kripto paraların yalnızca izlenmesi değil, doğrudan para otoritesiyle entegre edilerek yönlendirilmesi gerekiyor. Bu amaçla, KVHS’lerin:

  • BDDK tarafından dijital banka lisansı ile yetkilendirilmesi,

  • TCMB ile hesap bazlı entegrasyonu sağlanması,

  • Zorunlu karşılık yükümlülüğüne tabi tutulması öneriliyor.

Böylece Türkiye yalnızca teknik bir izleme sistemi kurmakla kalmaz, aynı zamanda etkin bir denetim ve yönetişim altyapısı da inşa eder.

Kripto Saklama: Bankalar İçin Yeni Sınav

KVHS’lerin banka statüsüne geçmesi, onların kripto saklama hizmetleri sunmasını da beraberinde getirecek. Ancak bu alanda güvenliğin yalnızca dijital değil, aynı zamanda operasyonel, fiziksel ve yönetişim düzeyinde de sağlanması gerekiyor.

Öne çıkan gereklilikler:

  • Soğuk cüzdanlar, çoklu imza sistemleri, MPC altyapıları gibi yüksek güvenlikli çözümler.

  • Müşteri varlıkları ile operasyonel fonların ayrıştırılması ve düzenli denetim.

  • Cüzdan hijyeni uygulamaları ve personel eğitimi.

  • Vergisel yükümlülüklerin entegrasyonu için Hazine ve Gelir İdaresi Başkanlığı ile veri paylaşımı.

Bu çerçevede atılacak adımlar, yalnızca güvenliği artırmakla kalmayacak, aynı zamanda Türkiye’yi global düzeyde saklama hizmeti sunan bir finansal merkez haline getirebilir.

Sonuç: Yeni Bir Merkez Bankacılığı Perspektifi

Türkiye'nin kripto para düzenlemelerinde izlemesi gereken yol, yalnızca teknik bir mevzuat değişikliği değil; aynı zamanda para politikası, finansal denetim ve ulusal güvenlik başlıklarını bütüncül şekilde kapsayan stratejik bir yeniden yapılanmadır.

KVHS’lerin banka statüsüne alınması ve TCMB merkezli bir gözetim mekanizmasıyla entegre edilmesi, bu dönüşümün temel taşıdır. Bu sayede:

  • Kripto varlıklar sistem dışından merkeze çekilir,

  • Makroekonomik denge yeniden tesis edilir,

  • Türkiye, bölgesel bir dijital finans merkezi olma yolunda somut bir adım atmış olur.

Yakında bununla alakalı bir ''politika notu'' paylaşımında bulunacağım. Çalışmam bitince buradan link paylaşırım... 

25.01.2025

NATO'daki %5 GSYİH Tartışması: Trump'ın Talebi ve Küresel Güvenlik Üzerindeki Etkileri

NATO’nun (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) 1949’da kurulduğu günden bu yana transatlantik güvenliğin temel taşlarından biri olduğunu söylemek abartı olmaz. Ancak, üyeler arasındaki mali yük paylaşımı konusu her zaman tartışmalara yol açmıştır. Donald Trump’ın başkanlığı döneminde bu tartışmalara oldukça radikal bir öneri eklendi: NATO üyesi ülkelerin savunma harcama hedefini %2 GSYİH seviyesinden %5’e çıkarması. Trump’ın bu teklifi, hem uygulanabilirliği hem de küresel güvenlik üzerindeki etkileri açısından geniş çapta tartışmalara yol açtı. Ben de bu yazıda hem tarihi arka planı hem de böylesi iddialı bir önerinin sonuçlarını kişisel bir bakış açısıyla değerlendirmek istiyorum.

Trump’ın NATO Harcama Politikaları

Trump, NATO ile ilgili belki de en net duruş sergileyen ABD başkanlarından biriydi. 2014’teki NATO zirvesinde ülkeler savunma harcamalarını GSYİH’nin %2’sine çıkarma kararı alsa da, bu hedefi tutturabilen ülke sayısı sınırlı kaldı. Trump ise çıtayı daha da yükselterek, bu oranı %5’e çıkarmayı önerdi.

Bu önerinin altında, ABD’nin Avrupa’daki askeri varlığını azaltma stratejisi ve aynı zamanda Rusya ile ilişkileri yeniden düzenleme hedefi yatıyordu. 2014’te Kırım’ın ilhakı sonrası tırmanan gerilim göz önüne alındığında, Trump’ın bu önerisi, hem ABD hem de NATO müttefikleri için ciddi bir meydan okuma anlamına geliyordu.

Ancak, %5 hedefi beraberinde devasa bir ekonomik yük getiriyordu. Örneğin, NATO ülkelerinin bu hedefi yakalaması için ABD’nin savunma bütçesine yaklaşık 500 milyar dolar ek kaynak ayırması gerekecekti. Bu da sadece bir maliyet meselesi değil; ABD’nin dış politika öncelikleri açısından derin bir tartışma konusuydu.

Ekonomik ve Stratejik Boyutlar

Trump’ın önerisi ilk bakışta NATO’nun güvenliğini artırmayı hedefliyor gibi görünse de, ekonomik ve stratejik motivasyonlar da açıkça ortada. NATO ülkelerinin savunma bütçelerini artırması, ABD savunma sanayi için büyük bir pazar anlamına geliyor. ABD yapımı askeri teçhizat talebi artacak, bu da Amerikan ekonomisine olumlu yansıyacaktı.

Ancak, bu sürecin sancısız olmayacağı aşikâr. NATO ülkelerinin artan savunma harcamalarını karşılamak için ABD savunma şirketleriyle çalışması gerekecek ve bu süreç, bürokratik engellerle dolu. Kongre onayı gibi mekanizmalar, büyük sözleşmelerin gerçekleşmesini yavaşlatabilir. Bu durum, Trump’ın stratejik hesaplamalarını daha da karmaşık hale getirdi.

%5 Hedefinin Ekonomik Yansımaları

Savunma harcamalarının %5’e çıkarılması NATO üyeleri için ciddi ekonomik zorluklar anlamına geliyor. Örneğin, Almanya’nın yıllık savunma bütçesini mevcut 67 milyar dolardan 210 milyar dolara çıkarması gerekecek. İtalya ve İspanya gibi ekonomik olarak daha kırılgan ülkeler ise bu yükü taşımakta çok daha büyük zorluklarla karşılaşabilir.

Bu maliyetler, sağlık ve eğitim gibi kritik kamu harcamalarında kesintilere yol açabilir. Avrupa Politika Merkezi’nin araştırmalarına göre, sosyal harcamalarda %25’e varan azalmalar söz konusu olabilir. Bu durum, yalnızca ekonomik değil, siyasi istikrarı da tehdit edebilir. Halkın bu denli büyük bir maliyeti adaletsiz görmesi kaçınılmaz olacaktır.

NATO’da Birlik ve Bölünme Riskleri

Trump’ın önerisi, NATO’nun dayanışmasını güçlendirmek yerine bölünmelere yol açabilir. Özellikle küçük üyeler, bu hedefin ağırlığını taşımakta zorlanırken, daha büyük ekonomilerle aralarındaki uçurum derinleşebilir.

Bununla birlikte, yüksek savunma harcamalarının aşırı askeri yığınağa yol açma riski de var. İklim değişikliği, pandemiler ve siber tehditler gibi askeri olmayan güvenlik meseleleri gölgede kalabilir. NATO’nun gelecekteki stratejilerinde bu dengeyi kurması gerekecek.

Grafiklerle Durum Analizi

Savunma Harcamaları (Mevcut Durum ve Hedef)

   ÜlkeMevcut Harcama     (% GSYİH)2% Hedefini Karşılıyor Mu?%5 Hedefi için Gereken Harcama ($ Milyar)Mevcut Harcama ($ Milyar)
Amerika Birleşik Devletleri%3.5Evet1,070753
Polonya%4.1Evet210140
Almanya%1.6Hayır21067
İtalya%1.5Hayır15045
İspanya%1.2Hayır12540
Portekiz%1.4Hayır9530


Savunma Harcamaları: Ülkeler ve Yüzdeler


Ülke                                Mevcut Harcaması (% GSYİH)%2 Hedefine Ulaşıldı mı?%5 Hedefi İçin Gerekli Bütçe (Milyar $)Mevcut Harcama (Milyar $)
ABD3.5%Evet1,070753
Polonya4.1%Evet210140
Almanya1.6%Hayır21067
İtalya1.5%Hayır15045
İspanya1.2%Hayır12540
Portekiz1.4%Hayır9530   

Sonuç

Trump’ın NATO üyelerinden savunma harcamalarını GSYİH’nin %5’ine çıkarmalarını talep etmesi, yalnızca bütçe tartışmalarını değil, küresel güvenliğin geleceğini de yeniden şekillendirecek bir adım olarak değerlendirilebilir. Öneri, bazıları için NATO’nun askeri yeteneklerini güçlendirme fırsatı olarak görülse de, mali ve siyasi yükümlülükleri göz ardı edilemeyecek kadar büyüktür.

Bu öneri, NATO üyeleri arasında ciddi tartışmalara yol açarken, aynı zamanda ittifakın birliğini de test eden bir unsur haline geldi. Uzun vadede, ittifakın sadece bütçe hedeflerini değil, aynı zamanda kolektif güvenliğin değişen doğasını da ele alması gerekecek. NATO’nun geleceği, hem ekonomik gerçeklikler hem de yeni nesil güvenlik tehditleri arasında denge kurma yeteneğine bağlı olacak.