Popüler Yayınlar

6.12.2024

Amerikan Doları Dalgacılığı

Dolar Dalgacılığı: Ekonomide Gerçek İşlevini Yitiren Kavramlar

    Dolar üzerinden yapılan yatırımların artık absürt bir hal aldığını görmek için çok uzağa bakmaya gerek yok. Türkiye’de yatırım kavramı öyle bir noktaya geldi ki, parayı ekonominin büyümesi ya da katma değer yaratmak için değil, kısa vadeli spekülasyonlarla para kazanmak için kullanıyoruz. Dolar makasından medet ummak ya da “kur hareketliliği” üzerinden kar elde etmeye çalışmak yeni normalimiz haline geldi.

Para ve Yatırımın Anlamı Türkiye’de Kayboldu

    Para, mal ve hizmet satın almak için kullanılan bir araçtır. Yatırım ise uzun vadeli bir perspektifle, değer yaratmak için sermayeyi yönlendirme sürecidir. Ancak Türkiye’de bu iki kavram da tamamen işlevsizleşmiş durumda. Bugün para, dolar ve altın gibi araçlarla spekülasyon yapmanın bir simgesi haline geldi.

    Yatırım dediğimiz şey, ülke ekonomisini geliştiren bir araç olmaktan çıkıp, döviz ticaretinden ne kadar fazla kazanabiliriz sorusuna indirgenmiş durumda. Herkes döviz alıp satmanın peşinde, bireylerden şirketlere kadar. İşin daha garibi, bu döviz takıntısı yüzünden ihracatçılar bile artık ihracat yapmak yerine döviz spekülasyonuna odaklanıyor.

İhracatçılar Yatırım Bankacısı mı Oldu?

    Eskiden ihracatçı dediğimizde aklımıza ürün üreten, katma değer yaratan, inovasyon yapan firmalar gelirdi. Şimdi durum tam tersi. İhracatçılar, adeta birer yatırım bankacısına dönüşmüş. Ellerinde hesap makineleri, sürekli kur takibi yapıyorlar. "Dolar bugün ne kadar arttı? Makastan nasıl kâr ederiz?" gibi sorularla günlerini geçiriyorlar.

    Bu şirketler için üretim ikinci planda. Katma değer yaratmak gibi bir dertleri yok. Onların derdi, dolardan ne kadar kazanabilecekleri. Kur farklarından gelir elde edebilmek için ellerindeki sermayeyi üretime değil, finansal spekülasyona yönlendiriyorlar.

Kapalı Çarşı ve Interbank Verileri: Sadece Bir Gösterge

    Döviz piyasasındaki bu eğilimleri anlamak için Kapalı Çarşı ve Interbank arasındaki kurlara bakmak yeterli. Makas çok büyük olmasa da, bu farklar bile spekülatif kazançlar için kullanılıyor. İşte elimizdeki veriler:

*Kapalı Çarşı

*06.12.2024 tarihli piyasa verileri.

Para Birimi       Çarşı Alış    Çarşı Satış     Interbank Alış       Interbank Satış
USD 34.720 34.750 34.79529 34.80001
EUR 36.675 36.750 36.86333 36.87607

    Bu tabloyu eklememin sebebi şu: Burada sadece bir veri sunuyorum. Asıl mesele, bu farkların ötesinde, piyasaların nasıl işlediği. İhracatçıların da bireylerin de bu kurları fırsat görüp ticaretten daha çok spekülasyona odaklanması, ekonomideki asıl problemdir.

Katma Değer Yerine Döviz Kovalamak

    Türkiye’deki ihracatçılar artık “Ne üretebiliriz? Hangi ürünle daha fazla değer yaratabiliriz?” sorularını sormuyor. Bunun yerine, “Kur yükselince kârımız ne kadar artar?” ya da “Dolar alıp satmaktan nasıl para kazanırız?” sorularını sormayı tercih ediyorlar.

    Bu, sadece bireysel kazanç için yapılan kısa vadeli bir plan değil; aynı zamanda ülkenin ekonomik geleceğine zarar veren bir davranış. Dövizden kâr etmeyi alışkanlık haline getirmiş şirketler, kur düşmeye başladığında panikleyip ekonomik destek talep ediyor. Üretim, inovasyon ya da uzun vadeli stratejiler tamamen unutulmuş.

Sonuç: Yanlış Yatırım Algısı

    Bugün ekonomiye baktığımda gördüğüm şey, dolar dalgacılığı yaparak ayakta kalmaya çalışan bir zihniyet. Bu, bireyden şirkete kadar yayılmış bir davranış biçimi. Para artık ihtiyaçların karşılanması ya da değer yaratılması için kullanılmıyor; spekülatif kazançların peşinde harcanıyor.

    Bu yazıyı, ekonomik sistemin bu yanlış yönelimine dikkat çekmek için kaleme aldım. Çünkü bu durumun sürdürülebilir olmadığını biliyorum. Eğer bir değişim olacaksa, bu ancak üretim ve katma değer yaratmaya odaklanmakla mümkün. Dövizi kovalamaktan vazgeçmek, gerçek yatırımı ve ekonomiyi yeniden düşünmek zorundayız.

5.12.2024

Para Piyasası ve Faiz Beklentileri: Piyasa Gerçekten Hazır mı?

05.12.2024

Son günlerde ekonomi dünyasında sıkça konuşulan bir konu var: 

Analistlere göre Merkez Bankası'nın (TCMB) beklenen faiz indirimleri senaryosu:

''Aralık ayında başlaması beklenen bu faiz indirimlerinin, her ay düzenli olarak 150-200 baz puan civarında devam edeceği öngörülüyor.''

Ancak bu tahminler ne kadar mantıklı olursa olsun, göz ardı edilemeyecek bir soru var: Piyasa bu duruma gerçekten hazır mı, yoksa bambaşka bir dünyada mı yaşıyor?

Bugün Takasbank Para Piyasası'nın 1 aydan uzun vadeli işlemlerine dair bir tabloyu incelerken karşılaştığım veriler bu soruyu daha da anlamlı kıldı. Tablodaki veriler, piyasanın mevcut faiz politikalarını ve beklentilerini anlamak açısından oldukça çarpıcı bir vaziyeti gösteriyor.

Tablodan Yansıyanlar: Yüksek Faizler ve İşlem Hacimleri

Tabloda, 33 günlük vadede faiz oranlarının %50 olduğunu görüyoruz. Dahası, bu vadedeki işlem hacmi tam 150 milyon TL gibi ciddi bir büyüklüğe ulaşmış durumda. Daha uzun vadelerde faiz oranlarının kademeli olarak %47-48 seviyelerine indiğini görüyoruz, ancak bu oranlar bile piyasanın genelinde oldukça yüksek bir görünüm sergiliyor.

Birkaç örnekle öne çıkan noktalar şöyle:

  • 33 Günlük Vade: Faiz oranı %50, işlem hacmi 150 milyon TL (3 işlem).
  • 61 Günlük Vade: Faiz oranı %49,75, işlem hacmi 70 milyon TL (2 işlem).
  • 182 Günlük Vade: Faiz oranı %47,50, işlem hacmi 12 milyon TL (1 işlem).
  • 187 Günlük Vade: Faiz oranı %47,46, işlem hacmi 65 milyon TL (5 işlem).

Bu tabloya bakıldığında, piyasanın yüksek faiz oranlarında işlem yapmaya devam ettiğini görüyoruz. Peki, MB’nin faiz indirimi beklentileri konuşulurken bu oranlar ne anlama geliyor?

Piyasa Neyi Fiyatlıyor?

Bu veriler, birkaç önemli çıkarımı beraberinde getiriyor:

1. Likidite Sıkışıklığı:

Tablodaki oranlar, bankalar arası piyasada ciddi bir likidite sıkışıklığı olduğunu gösteriyor. Daha kısa vadelerdeki %50 gibi astronomik faiz oranları, piyasadaki acil nakit ihtiyacını yansıtıyor. Bankalar, kısa vadeli fonlama için bu oranları kabul ediyor ve bu da piyasanın yüksek bir risk algısına sahip olduğunu gösteriyor.

2. Beklentiler ile Gerçeklik Arasındaki Fark:

Faiz indirimi beklentileri her ne kadar konuşuluyor olsa da, piyasa şu anki ekonomik gerçeklere göre işlem yapıyor. Yani, beklenti ne olursa olsun, bugünün ihtiyaçları daha baskın. MB'nin faiz indirimi kararı alsa bile bu kararların piyasa fiyatlarına yansıması zaman alabilir.

3. Piyasa Psikolojisi:

Tablodaki yüksek faiz oranları, piyasanın risk ve belirsizlik algısını da ortaya koyuyor. Yatırımcılar ve bankalar, gelecekte daha düşük faiz oranlarının uygulanacağını bilseler bile, mevcut finansal ihtiyaçlarını bugünün koşulları üzerinden karşılamak zorundalar.

Bir İroni: Beklentiler ve Yüksek Faizler

En dikkat çekici nokta, piyasanın bir yanda Merkez Bankası'ndan faiz indirimi beklerken diğer yanda yüksek faiz oranlarıyla işlem yapmaya devam etmesi. Bu durum, piyasanın iki farklı gerçeklikte yaşadığını gösteriyor:

  1. Beklenti Dünyası: MB'nin faiz oranlarını düşürmesi ve ekonomik koşulların gevşemesi.
  2. Gerçeklik Dünyası: Yüksek likidite ihtiyacı ve artan risk algısı nedeniyle astronomik faiz oranları.

Bu iki dünya arasındaki çelişki, piyasanın karmaşık yapısını ve finansal aktörlerin birbirinden farklı önceliklere sahip olduğunu gösteriyor. Aslında, sanki piyasa bir yanda faiz indirimi beklerken, diğer yanda ‘şu anın’ ihtiyacını karşılamak için yüksek faizlere razı olmuş durumda. Bir tarafta ‘umutlu geleceğe’ bakarken, diğer tarafta cebindeki bozuk parayla bugünü idare etmeye çalışan bir piyasa gibi…

Sonuç: "Beklentiler" ve "Gerçekler" Arasında İnce Çizgi

Takasbank Para Piyasası'ndaki bu tablo, bize birkaç kritik ders veriyor:

  1. Faiz indirimlerinin etkisi zaman alabilir: MB faiz oranlarını düşürse bile, piyasadaki likidite sıkışıklığı kısa vadede bu oranları etkisiz kılabilir.
  2. Piyasa şimdiye odaklıdır: Ekonomi ve finans dünyasında işlemler, teorik beklentilere değil, bugünkü ihtiyaçlara göre şekillenir.
  3. Yüksek faizler, acil ihtiyaçların bir sonucudur: Piyasanın bu kadar yüksek faiz oranlarında işlem yapması, likiditeye olan yoğun ihtiyacın bir yansımasıdır.


Bu tabloyu inceledikten sonra şunu bir kez daha anlıyoruz: Finansal piyasalar, "şimdi"yi yaşar ve kararlarını mevcut gerçekliklere göre alır. Gelecekte faiz oranlarının düşeceği beklentisi, bugünkü ihtiyaçları değiştirmez. Bu yüzden ekonomi dünyasında "beklentiler" ve "gerçekler" her zaman aynı noktada buluşmaz.

Sonuç olarak, Merkez Bankası'nın faiz kararlarıyla birlikte bu oranların nasıl değişeceğini görmek, önümüzdeki dönemde ekonominin en ilginç hikayelerinden biri olacak. Piyasanın bu hikayede nasıl bir rol oynayacağını hep birlikte izleyeceğiz.

3.12.2024

ABD Merkez Bankası (FED) Faiz İndirimi Sinyalleri Veriyor: Bu Adımın Sebebi Ne?


Yayın Tarihi: 3 Aralık 2024

Bu yıl, ABD Merkez Bankası'nın (Fed) faiz politikasıyla ilgili mesajları oldukça dikkat çekiciydi. Yıla, gelecekte faiz indirimlerinin gerçekleşeceği beklentisiyle başladık. Bu görüşler, geçen yılın 14 Aralık'ında yapılan açıklamalarda şekillenmişti:

"Officials expect rates to fall even lower in 2025, with most officials forecasting they would end up between 3.5 per cent and 3.75 per cent."

Fed'in faiz oranını şu anda %5,25-%5,5 aralığında tutmasına rağmen, gelecekte oranların %2 seviyelerine yaklaşacağı sinyalleri verilmişti. Bu durum tahvil piyasasında hareketlilik yarattı. Öyle ki, 10 yıllık tahvil getirileri %3,8'in altına kadar düşmüştü. Ancak şu an bu oran %4,21 seviyesinde.

Fed Yönetim Kurulu Üyesi Waller’in Açıklamaları

Dün Washington'da konuşan Waller, faiz indiriminin devam edeceğine dair güçlü ipuçları verdi:

"After reducing the policy rate 75 basis points since our September meeting, I believe that monetary policy is still restrictive and putting downward pressure on inflation without creating undesirable weakness in the labor market."

Waller, mevcut faiz oranlarının hâlâ sıkılayıcı olduğunu vurgularken, politikanın daha nötr bir seviyeye yaklaşması gerektiğini belirtti:

"The motivation for continuing to cut the policy rate at the FOMC’s next meeting begins with how restrictive the current setting is."

Fed’in 2024 sonunda faiz oranını %3,4 seviyelerine indirme hedefi olduğunu da ekledi:

"In September, the median of the projections of FOMC participants was that the federal funds rate would be 3.4 percent at the end of next year, which is about 100 basis points lower than it is today."

Bu açıklamalar, piyasaların faiz indirim beklentisini artırarak tahvil getirilerinde düşüşe yol açtı.

Enflasyon ve Belirsizlik

Waller, enflasyonu kontrol altına alma sürecini renkli bir dille anlattı:

"Overall, I feel like an MMA fighter who keeps getting inflation in a choke hold, waiting for it to tap out yet it keeps slipping out of my grasp at the last minute. But let me assure you that submission is inevitable—inflation isn’t getting out of the octagon."

Ancak hemen ardından enflasyonla ilgili belirsizliği şu sözlerle kabul etti:

"Monthly readings on inflation have moved up noticeably recently, and we don’t know whether this uptick in inflation will persist, or reverse, as we saw a year ago."

Eğer enflasyonun gelecekteki seyri belirsizse, faiz indirimi için böylesine kararlı bir duruş sergilemek sorgulanabilir.

ABD Ekonomisinin Durumu

Waller’in ekonomik değerlendirmesi, aslında faiz indirimlerine gerek olmadığını düşündürüyor:

"Real gross domestic product (GDP) grew at a strong annual pace of 2.8 percent in the third quarter of 2024, and indications are that growth in the fourth quarter will be a bit slower. An average of private sectors forecasts predicts 2.2 percent, while based on fairly limited data so far, the Atlanta Fed’s GDPNow model currently predicts 3.2 percent."

Eğer Atlanta Fed’in tahmini doğruysa, faiz indirimleri gereksiz hale gelebilir. Çünkü büyüme güçlü seyrediyor ve enflasyon hâlâ hedefin üzerinde. Ayrıca geniş para arzı (M2) yıllık %3,1 büyüme hızıyla toparlanma sinyalleri veriyor.

Yorumum

Fed, faiz indirimi yapmak zorunda olmamasına rağmen bu adımı atmaya yönelik güçlü sinyaller veriyor. Peki, bu adımın ardındaki asıl neden ne? Cevap, büyük ölçüde konut piyasası olabilir:

"By this time next year, the share of US mortgages with rates in excess of 6% could outnumber those with rates below 3%. A good example of how monetary policy operates with lags."

Bu durum, Fed’in faiz indirimlerinin ardındaki temel motivasyonun konut piyasasını desteklemek olabileceğini gösteriyor. Ancak bu karar, güçlü bir ekonomi ortamında uzun vadede başka riskler doğurabilir.

Trump’ın Dolar Savunması ve BRICS Ülkelerinin Karşı Stratejileri

 Son zamanlarda, ABD Başkanı Donald Trump’ın BRICS ülkelerine yönelik tehditleri, küresel finansal sistemdeki dinamiklerin nasıl değişebileceğine dair önemli soruları gündeme getirdi. Trump, BRICS ülkelerinin kendi para birimlerini yaratmalarını engellemeye yönelik açık bir tehditte bulunarak, doları küresel ticaretteki egemenliğini korumaya çalıştığını belirtti.

Donald J. Trump:
@realDonaldTrump“The idea that the BRICS Countries are trying to move away from the Dollar while we stand by and watch is OVER. We require a commitment from these Countries that they will neither create a new BRICS Currency, nor back any other Currency to replace the mighty U.S. Dollar or, they will face 100% Tariffs, and should expect to say goodbye to selling into the wonderful U.S. Economy. They can go find another ‘sucker!’ There is no chance that the BRICS will replace the U.S. Dollar in International Trade, and any Country that tries should wave goodbye to America.”

 

Bu tweet, yalnızca Trump’ın küresel ekonomik gücünü sürdürme çabalarını değil, aynı zamanda ABD'nin stratejik olarak doların gücünü koruma amacını da gözler önüne seriyor. Ancak bu tehdit, yalnızca BRICS ülkeleri için değil, dünya genelindeki ekonomik sistemin geleceği açısından derin sonuçlar doğurabilir.

Çelişki: Doların Egemenliğini Sürdürme Amacı ile Ticaret Açığının Azaltılması

Trump’ın BRICS ülkelerine yönelik tehditleri, ABD'nin küresel ekonomik stratejisinde derin bir çelişkiyi gözler önüne seriyor. ABD, bir yandan doların küresel ticaretteki egemenliğini koruma amacını güderken, diğer yandan ticaret açığını azaltmaya yönelik politikalar izliyor. Bu iki hedef, aslında birbirine ters düşüyor.

Doların uluslararası ticaretteki hakimiyeti, ABD'nin ekonomik politikalarıyla doğrudan bağlantılıdır. Bu durum, diğer ülkelerin ABD ile ticaret yaparken dolar kullanmalarını gerektiriyor, böylece ABD, dış ticaret açığını finanse edebilmek için yabancı sermayeye dayalı bir sisteme başvuruyor. Ancak Trump, doların egemenliğini sürdürmek adına aldığı sert önlemlerle, aynı zamanda ticaret açığının kapanmasını engelleyen bir politika güdüyor. Çünkü doların dış ticaretin parçası olması, doğal olarak ABD'nin dış ticaret dengesini olumsuz etkiliyor.

Bu çelişki, büyük bir ekonomik strateji hatasına işaret ediyor: ABD, aynı anda hem ticaret açığını azaltmayı hem de doları küresel ticaretin temeli olarak sürdürmeyi hedefliyor; ancak bu hedefler birbirine zıt sonuçlar doğuruyor. Doların gücüne dayalı bu sistem, uzun vadede ABD’nin dış ticaret açığını körükleyebilir, çünkü diğer ülkeler, bu baskılara karşı koyarak yerel para birimlerine yönelme eğiliminde olabilirler.

Trump’ın tehditleri, bu çelişkili durumu daha da karmaşıklaştırıyor. ABD'nin baskıcı politikaları, aslında BRICS ülkelerinin ulusal para birimlerini tercih etme çabalarını hızlandırabilir ve doların küresel ticaretteki rolünü ciddi şekilde tehdit edebilir. Trump’ın hedeflediği "doların gücünü" koruma çabası, aslında küresel düzeyde doların zayıflamasına yol açabilecek bir stratejiye dönüşebilir.

Ekonomik Zorlamaların Doları Güçlendireceği Yanılgısı

Trump’ın açıklamalarında en dikkat çeken noktalardan biri, “ekonomik güç” kullanılarak BRICS ülkelerinin dolardan sapmalarının engellenmesi gerektiği düşüncesi. Ancak bu tür bir yaklaşım, küresel ekonominin doğasına aykırı olabilir. Tarihsel olarak, baskılar ve yaptırımlar sadece alternatif çözümlerin hızla gelişmesine yol açmıştır. BRICS ülkelerinin doların yerine geçebilecek para birimleri üzerinde yaptığı çalışmaların, Trump’ın tehditleriyle hız kazanabileceği kesin gibi görünüyor.

Kremlin’in de belirttiği gibi, doların rezerv para birimi olarak cazibesi azalıyor. Bu, sadece Rusya ve Çin gibi ülkelerin değil, dünya genelinde bir eğilim haline gelmeye başladı. BRICS ülkelerinin kendi para birimlerine dayalı bir ticaret sistemine geçiş yapma istekleri, özellikle ABD'nin küresel siyasetteki hegemonik gücünü sorgulamaya başlamalarına yol açtı. 2023 BRICS Zirvesi'ne katılan liderler, ticaretin dolar dışı araçlarla yapılmasını teşvik ettikleri bir dönemden geçiyorlar. Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik savaşına karşı Batı’nın yaptırımları, BRICS ülkelerinin dolara olan bağımlılığına karşı sert bir reaksiyon olarak şekillendi.

Doların Geleceği: Küresel Ekonomi ve BRICS’in İnisiyatifi

BRICS ülkelerinin dolar alternatifi arayışları, ilk bakışta başarılı olamayacak gibi görünse de, bu çabaların uluslararası ticaretin geleceğini şekillendirme potansiyeli yadsınamaz. Dolar, sadece güçlü bir ABD ekonomisi ve finansal altyapısı ile değil, aynı zamanda küresel ödeme sistemlerine entegre yapısıyla da destekleniyor. Ancak BRICS ülkelerinin de dikkatle geliştirdikleri altyapılar sayesinde, ulusal para birimleriyle ticaret giderek daha fazla yayılabilir.

Çin’in yuanı, özellikle Asya piyasalarında daha yaygın bir şekilde kullanılmaya başlandı. Rusya, kendi ekonomik yapısında dolara dayalı işlemlerden kaçınmaya çalışarak, yerel para birimleriyle ticareti teşvik ediyor. Brezilya ve Hindistan gibi ülkeler de benzer adımlar atmaya başladı. Bu gelişmeler, ABD’nin küresel liderliğini tehdit ederken, dolara olan güveni de zedeleyebilir.

Sonuç: Küresel Ekonomide Yeni Bir Dönem

Sonuç olarak, Trump’ın BRICS ülkelerine yönelik tehditleri yalnızca ekonomik bir uyarı olarak algılanmamalıdır. Bu tür söylemler, dolara olan güveni sarsabileceği gibi, uzun vadede ABD’nin kendi çıkarlarına zarar verebilir. Ekonomik diplomasi ve küresel işbirliği, küresel ticaretin sürdürülebilirliği için kritik öneme sahip. Trump’ın yaklaşımı, küresel ekonomik yapıyı tehdit eden bir “tehdit aracı”na dönüşebilir, bu da doların uluslararası ticaretteki egemenliğini sorgulayan yeni bir dönemi başlatabilir.

Küresel ekonomi, her geçen gün daha fazla çok kutuplu bir hal alıyor. BRICS ülkelerinin dolara alternatif arayışları, yeni bir ekonomik düzenin habercisi olabilir. Ancak bu süreç, yalnızca ekonomik stratejilerle değil, aynı zamanda siyasi irade ve uluslararası işbirliği ile şekillenecektir.

2.12.2024

Kuzey Kore’nin Rusya ile Güçlenen İttifakı: Kore Yarımadası ve Asya-Pasifik İçin Yeni Bir Tehdit

Kuzey Kore’nin Rusya ile yaptığı yakınlaşma, Kore Yarımadası ve geniş Asya-Pasifik bölgesi için ciddi bir istikrarsızlık riski oluşturuyor. Pekin’in, Kuzey Kore üzerindeki nüfuzunu uzun yıllar boyunca, Pyongyang’ın saldırganlıklarını sınırlamak ve nükleer silah programını kontrol altında tutmak için kullandığı biliniyor. Ancak son dönemde Rusya ile imzalanan anlaşmalar ve karşılıklı askeri işbirlikleri, Çin’in Kuzey Kore üzerindeki etkisini zayıflatmaya ve bölgesel güvenliği tehdit etmeye başladı. Bu yazıda, Kuzey Kore ile Rusya arasındaki artan ittifakın, Kore Yarımadası'ndaki istikrarı nasıl tehdit ettiğini ve bu ittifakın Asya-Pasifik bölgesindeki daha geniş stratejik sonuçlarını inceleyeceğiz.


Rusya’nın Kuzey Kore ile Artan İttifakı: Güçlü Bir Stratejik Ortaklık mı?

Kuzey Kore’nin, Rusya ile yaptığı yeni anlaşmalar, iki ülke arasındaki askeri ve ekonomik işbirliğini önemli ölçüde güçlendirdi. Özellikle 2024’te imzalanan karşılıklı savunma anlaşması, iki ülke arasındaki bağları pekiştirdi. Bu anlaşma, her iki tarafın da bir diğerine, askeri yardımla birlikte diğer tüm araçları kullanarak destek vermeyi taahhüt etmesini içeriyor. Ancak bu ittifak, yalnızca Kuzey Kore’nin nükleer programına ve askeri kapasitesine ivme kazandırmakla kalmayacak, aynı zamanda Asya-Pasifik’teki jeopolitik denklemleri de değiştirebilir.

Kuzey Kore’nin Rusya’dan aldığı ekonomik ve askeri destek, onun Batı dünyasıyla olan ilişkisini güçlendirirken, Çin’in geleneksel olarak Kuzey Kore’yi kontrol etme çabalarını da sekteye uğratıyor. Çin, Kuzey Kore'nin nükleer silah geliştirme çabalarını engellemeye çalıştıysa da, Rusya’nın buna karşı olan tutumu çok daha farklıdır. Rusya, Kuzey Kore’ye yönelik yaptırımların kaldırılmasına yardımcı olmuş ve hatta Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Kuzey Kore aleyhine yapılan bazı kararları veto etmiştir. Bu durum, Kuzey Kore’nin nükleer silah ve füze geliştirme programlarını sürdürmesi için önemli bir fırsat yaratmıştır.

Rusya’nın Kuzey Kore’ye Yardımı: Nükleer Programın İleriye Gitmesi

Rusya'nın Kuzey Kore’ye sağladığı ekonomik destek, Pyongyang’ın nükleer silah ve füze geliştirme kapasitesine doğrudan katkı sağlamaktadır. Rusya’nın, Kuzey Kore ile yaptığı teknoloji ve bilimsel araştırma işbirlikleri, Kuzey Kore’nin nükleer ve füze teknolojilerini geliştirmesine olanak tanımaktadır. Ayrıca, Kuzey Kore’nin Rusya’ya silah satışı ve bunun karşılığında elde ettiği döviz, rejimin ekonomik durumunu iyileştirebilir ve bu sayede nükleer programına daha fazla kaynak ayırabilir.

Rusya’nın Kuzey Kore’ye sağladığı yardım yalnızca askeri alanda değil, aynı zamanda gıda ve enerji yardımları gibi insani yardımlar da içermektedir. Bu yardımlar, Kuzey Kore’nin içsel istikrarsızlıklarını yatıştırarak, rejimi daha güçlü hale getirebilir. Örneğin, Rusya’dan yapılan gıda ve enerji yardımları, Kuzey Kore’nin ekonomisini canlandırabilir ve rejimi dışarıdan gelen baskılara karşı daha dirençli hale getirebilir.

Kuzey Kore-Rusya Savunma Anlaşması: Kore Yarımadası İçin Bir Tehdit Mi?

Kuzey Kore ve Rusya arasındaki karşılıklı savunma anlaşması, Kore Yarımadası’ndaki güvenlik durumunu daha da karmaşık hale getirebilir. Bu anlaşma, herhangi bir tarafın bir askeri saldırıya uğraması durumunda, diğer tarafın askeri yardım sağlamayı taahhüt etmesini öngörüyor. Kuzey Kore, bu anlaşmayı, Rusya'nın kendisine gelecekteki olası bir Kore Yarımadası çatışmasında yardım edeceğini umarak imzaladı. Ancak, bu anlaşmanın sadece savunma amaçlı olmadığını ve Kuzey Kore’nin savaş başlatması durumunda bile Rusya'nın yardım etmeyi kabul edebileceğini unutmamak gerekir.

Kuzey Kore’nin Rusya’ya asker göndermesi ve bu askerlerin Rusya’nın Ukrayna’daki çatışmasında yer alması, her iki ülke arasındaki askeri işbirliğinin ne kadar derinleştiğini göstermektedir. Rusya’nın Ukrayna’da devam eden çatışmasında Kuzey Kore’nin desteği, aslında daha geniş stratejik hedeflere hizmet etmektedir. Bu, Kuzey Kore’nin askeri tecrübesini artırabilir ve gelecekteki olası bir Kore Yarımadası çatışmasında daha fazla destek almasını sağlayabilir.

Asya-Pasifik Bölgesinde Yeni Jeopolitik Riskler

Kuzey Kore’nin Rusya ile güçlenen ittifakı, yalnızca Kore Yarımadası için değil, tüm Asya-Pasifik bölgesi için ciddi jeopolitik riskler taşıyor. Rusya, Çin’den daha farklı bir yaklaşım sergileyerek Kuzey Kore’nin agresif davranışlarını daha az engelleyici bir tutumla izleyebilir. Bu, Kuzey Kore’nin Güney Kore’ye karşı daha cesur bir şekilde hareket etmesine neden olabilir. Ayrıca, Rusya'nın Asya-Pasifik’teki stratejik çıkarları doğrultusunda Kuzey Kore’yi desteklemesi, bölgedeki güç dengesini değiştirebilir.

Bunun yanı sıra, Kuzey Kore’nin Rusya ile olan ilişkilerini güçlendirmesi, bölgedeki diğer büyük güçleri de harekete geçirebilir. Özellikle ABD, Japonya ve Güney Kore, bu gelişmelere karşı daha sert bir tutum alabilir ve Asya-Pasifik’teki güvenlik stratejilerini yeniden şekillendirebilir. Bölgedeki nükleer silahlanma yarışını daha da hızlandırabilir ve uzun vadede büyük bir güvenlik krizi oluşturabilir.

Sonuç: Kore Yarımadası’nda Yeni Bir Dönem Başlıyor

Kuzey Kore’nin Rusya ile yaptığı stratejik ittifak, yalnızca Kore Yarımadası’nda değil, Asya-Pasifik bölgesindeki jeopolitik dengeleri de derinden etkileyecek gibi görünüyor. Çin’in Kuzey Kore üzerindeki eski nüfuzunun zayıflaması, Rusya’nın daha az öngörülebilir ve daha agresif politikaları, bölgedeki güvenliği tehdit ediyor. Kuzey Kore’nin askeri ve nükleer kapasitesinin artması, bölgedeki tüm ülkeler için yeni bir tehdit oluşturuyor ve uluslararası ilişkilerde daha fazla gerilime yol açabilir.